CEVIZ AGACI
 
Basim kopuk kopuk bulut, icim disim deniz,
ben bir ceviz agaciyim Gulhane parkinda,
budak budak, serham serham ihtiyar bir ceviz.
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.
 
Ben bir ceviz agaciyim Gulhane parkinda,
Yapraklarim suda balik gibi kivil kivil.
Yapraklarim ipek mendil gibi tiril tiril.
kopariver, gozlerinin, gulum, yasini sil
Yapraklarim ellerimdir tam yuz bin elim var,
Yuz bin elle dokunurum sana, Istanbul'a.
Yapraklarim gozlerimdir. Sasarak bakarim.
Yuz bin gozle seyrederim seni, Istanbul'u.
Yuz bin yurek gibi carpar, carpar yapraklarim.
 
Ben bir ceviz agaciyim Gulhane parkinda,
Ne sen bunun farkindasin, ne polis farkinda.

DAVET
 
Dörtnala gelip Uzak Asya'dan
Akdenize bir kisrak basi gibi uzanan
Bu memleket bizim!
Bilekler kan içinde, disler kenetli
ayaklar çiplak
Ve ipek bir haliya benzeyen toprak
Bu cehennem, bu cennet bizim!
Kapansin el kapilari bir daha açilmasin
Yok edin insanin insana kullugunu
Bu davet bizim!
Yasamak bir agaç gibi tek ve hür
Ve bir orman gibi kardesçesine
Bu hasret bizim!
 
 

HASRET

 
yuz yil oldu yuzunu gormeyeli
belini sarmayali
gozunun icinde durmayali
aklinin aydinligina sorular sormayali
dokunmayali sicakligina karninin.
yuz yildir bekler beni
bir sehirde bir kadin.
ayni daldaydik ayni daldaydik
ayni daldan dusup ayrildik
aramizda yuz yillik zaman
yol yuz yillik.
yuz yildir alaca karanlikta
kosuyorum ardindan.
 

 
 
ASYA AFRIKA YAZARLARINA
 
Kardeslerim
bakmayin sari sacli olduguma
ben Asyaliyim
bakmayin mavi gozlu olduguma
ben Afrikaliyim
agaclar kendi dibinde golge vermez benim orda
sizin ordakiler gibi tipki
benim orda arslanin agzindadir ekmek
ejderler yatar basinda cesmelerin
ve olunur benim orda ellisine basilmadan
sizin ordaki gibi tipki
bakmayin sari sacli oldugumua
ben Asyaliyim
bekmayin mavi gzolu olduguma
ben Afrikaliyim
okuyup yazma bilmez yuzde sekseni benimkilerin
siirler gezer agizdan agiza turkuleserek
siirler bayraklasabilir benim orda
sizin ordaki gibi
kardeslerim
siska okuzun yanina kosulup siirlerimiz
topragi surebilmeli
pirinc tarlalarinda batakliga girebilmeli
dizlerine kadar
butun sorulari sorabilmeli
butun isiklari derebilmeli
yol baslarinda durabilmeli
kilometre taslari gibi siirlerimiz
yaklasan dusmani herkesten once gorebilmeli
cengelde tamtamlara vurabilmeli
ve yeryuzunde tek esir yurt tek esir insan
gokyuzunde atomlu tek bulut kalmayincaya kadar
mali mulku akli fikri cani neyi varsa verebilmeli
buyuk hurriyete siirleimiz
 

SON SIIRLERI 7

 
senden once olmek isterim.
Gidenin arkasindan gelen
gideni bulacak mi zannediyorsun?
Ben zannetmiyorum bunu.
Iyisi mi,beni yaktirirsin,
odanda ocagin ustune korsun
icinde bir kavanozun.
Kavanoz camdan olsun,
seffaf, beyaz camdan olsun
ki icinde beni gorebilesin
Fedakarligimi anliyorsun
vazgectim toprak olmaktan,
vazgectim cicek olmaktan
senin yaninda kalabilmek icin.
Ve toz oluyorum
yasiyorum yaninda senin.
Sonra, sende olunce
kavanozuma gelirsin.
Ve orada beraber yasariz
kulumun icinde kulun
ta ki bir savruk gelin
yahut vefasiz bir torun
bizi ordan atana kadar...
Ama biz
o zamana kadar
o kadar
karisacagiz
ki birbirimize,
atildigimiz coplukte bile zerrelerimiz
yan yana dusecek.
Topraga beraber dalacagiz.
Ve bir gun yabani bir cicek
bu toprak parcasindan nemlenip filizlenirse
sapinda muhakkak
iki cicek acacak
biri sen
biri de ben.
Ben
daha olumu dusunmuyorum.
Ben daha bir cocuk doguracagim
Hayat tasiyor icimden.
Kayniyor kanim.
Yasayacagim, ama cok, pek cok,
ama sen de beraber.
Ama olum de korkutmuyor beni.
Yalniz pek sevimsiz buluyorum
bizim cenaze seklini.
Ben olunceye kadar da
Bu duzelir herhalde.
Hapisten cikmak ihtimalin var mi bugunlerde?
Icimden bir sey
belki diyor.
 

BUGUN PAZAR

 
Bugun pazar.
Bugun beni ilk defa gunese cikardilar.
Ve ben omrumde ilk defa gokyuzunun
bu kadar benden uzak
bu kadar mavi
bu kadar genis olduguna sasarak
kimildamadan durdum.
Sonra saygiyla topraga oturdum,
dayadim sirtimi duvara.
Bu anda ne dusmek dalgalara,
bu anda ne kavga, ne hurriyet, ne karim.
Toprak, gunes ve ben...
Bahtiyarim...
 

24 EYLUL 1945
 
En guzel deniz
henuz gidilmemis olanidir...
En guzel cocuk
henuz buyumedi.
En guzel gunlerimiz
henuz yasamadiklarimiz.
Ve sana soylemek istedigim en guzel soz
henuz soylememis oldugum sozdur...
 
 
25 EYLUL 1945

 
Meydan yerinde kampana vurdu.
Nerdeyse koguslarin kapilari kapanir.
Bu sefer hapislik uzun surdu biraz
8 yil...
Yasamak umitli bir istir, sevgilim.
Yasamak
seni sevmek gibi ciddi bir istir.
 

YASAMAYA DAIR
 
1

 
Yasamak sakaya gelmez,
büyük bir ciddiyetle yasayacaksin
bir sincap gibi mesela,
yani, yasamanin disinda ve ötesinde hiçbir sey beklemeden,
yani bütün isin gücün yasamak olacak.
 
Yasamayi ciddiye alacaksin,
yani o derecede, öylesine ki,
mesela, kollarin bagli arkadan, sirtin duvarda,
yahut kocaman gözlüklerin,
beyaz gömleginle bir laboratuvarda
insanlar için ölebileceksin,
hem de yüzünü bile görmedigin insanlar için,
hem de hiç kimse seni buna zorlamamisken,
hem de en güzel en gerçek seyin
yasamak oldugunu bildigin halde.
 
Yani, öylesine ciddiye alacaksin ki yasamayi,
yetmisinde bile, mesela, zeytin dikeceksin,
hem de öyle çocuklara falan kalir diye degil,
ölmekten korktugun halde ölüme inanmadigin için,
yasamak yani agir bastigindan.
 
1947
 
2

 
Diyelim ki, agir ameliyatlik hastayiz,
yani, beyaz masadan,
bir daha kalkmamak ihtimali de var.
Duymamak mümkün degilse de biraz erken gitmenin kederini
biz yine de gülecegiz anlatilan Bektasi fikrasina,
hava yagmurlu mu, diye bakacagiz pencereden,
yahut da sabirsizlikla bekleyecegiz
en son ajans haberlerini.
 
Diyelim ki, dövüsülmeye deger bir seyler için,
diyelim ki, cephedeyiz.
Daha orda ilk hücumda, daha o gün
yüzükoyun kapaklanip ölmek de mümkün.
Tuhaf bir hinçla bilecegiz bunu,
fakat yine de çildirasiya merak edecegiz
belki yillarca sürecek olan savasin sonunu.
 
Diyelim ki hapisteyiz,
yasimiz da elliye yakin,
daha da on sekiz sene olsun açilmasina demir kapinin.
Yine de disariyla birlikte yasayacagiz,
insanlari, hayvanlari, kavgasi ve rüzgariyla
yani, duvarin ardindaki disariyla.
 
Yani, nasil ve nerede olursak olalim
hiç ölünmeyecekmis gibi yasanacak...
 
1948
 
3

 
Bu dünya soguyacak,
yildizlarin arasinda bir yildiz,
hem de en ufaciklarindan,
mavi kadifede bir yaldiz zerresi yani,
yani bu koskocaman dünyamiz.
 
Bu dünya soguyacak günün birinde,
hatta bir buz yigini
yahut ölü bir bulut gibi de degil,
bos bir ceviz gibi yuvarlanacak
zifiri karanlikta uçsuz bucaksiz.
 
Simdiden çekilecek acisi bunun,
duyulacak mahzunlugu simdiden.
Böylesine sevilecek bu dünya
"Yasadim" diyebilmen için...
 
CANKIRI HAPISANESINDEN MEKTUPLAR

saat dort
yoksun
Saat bes
yok
Alti, yedi,
ertesi gun,
daha ertesi
ve belki
kim bilir...
Hapisane avlusunda
bir bahcemiz vardi.
Sicak bir duvar dibinde
on bes adim kadardi.
Gelirdin,
yan yana otururduk,
kirmizi ve kocaman
musamba torban
dizlerinde...
Kelleci Memedi hatirliyor musun?
Subyan kogusundan.
Basi dort kose,
bacaklari kisa ve kalin
ve elleri ayaklarindan buyuk.
kovanindan bal caldigi adamin
tasla ezmis kafasini.
<hanim abla> derdi sana.
Bizim bahcemizden kucuk bir bahcesi vardi,
tepemizde, yukarda,
gunese yakin,
bir konserve kutusunun icinde...
Bir cumartesi gununu,
hapisane cesmesiyle islanan
bir ikindi vaktini hatirliyor musun?
Bir turku soylediydi kalayci Saban Usta,
aklinda mi
<Beypazari meskenimiz,ilimiz,
<kim bilir nerede kalir olumuz...?>
O kadar resmini yaptim senin
bana birini birakmadin.
Bende yalniz bir fotografin var
bir baska bahcede
cok rahat
cok bahtiyar
yem verip tavuklara
guluyorsun.
Hapisane bahcesinde tavuklar yoktu,
fakat pek ala gulebildik
ve bahtiyar olmadik degil.
Nasil haber aldik
en guzel hurriyete dair,
nasil dinledik ayak seslerini
yaklasan mujdelerin,
ne guzel seyler konustuk
hapisane bahcesinde...
 
 
ERZURUM VE SIVAS KONGRELERI

 
Biz ki Istanbul sehriyiz,
iste, arzederiz halimizi
Turk halkinin yuce katina.
Mevsim yazdir,
919'dur.
Ve tesrinlerinde gecen yilin
dort duvele teslim ettiler bizi,
gozu kanli dort duvele
anadan dogma cirilciplak.
Ve kurumustu
ve kan icindeydi memelerimiz.
 
Biz ki Istanbul sehriyiz,
Fransiz, Ingiliz, Italyan, Amerikan
bir de Yunan,
bir de zavalli Afrika zencileri
yer bitirir bizi bir yandan,
bir yandan da kendi kopek dollerimiz
Vahdettin Sultan,
ve Damat Ferit
ve Ingiliz muhipleri
ve Mandacilar,
Biz ki Istanbul sehriyiz,
yuce Turk Halki,
malumun olsun cektigimiz acilar...
...
...
Erzurum'da on dort gun surdu Kongre
orda, mazlum milletlerden bahsedildi
butun mazlum milletlerden
ve emperyalizme karsi dovusenlerinden onlarin.
 
Orda, bir Surayi Milli'den bahsedildi,
Iradei Milliyeye mustenit bir Surayi Milli'den.
Buna ragmen
<<Asi gelmeyelim>> diyenler vardi,
<<makami hilafet ve saltanata.>>
Hatta casuslar vardi icerde.
Buna ragmen
<<Butun aksami vatan bir kuldur>> denildi.
<<Kabul olunmaz,>> denildi,
<<Manda ve Himaye...>>
Buna ragmen
Istanbul'da bircok hanimlar, beyler, pasalar,
Turk halkindan kesmislerdi umudu.
Yagdirildi telgraflar Erzurum'a
<<Amerikan mandasi altina girelim,>> diye.
<<Istiklal, diyorlardi, sayani arzu ve tercihtir, amma
bugun bu, diyorlardi, mumkun degil,
birkac vilayet, diyorlardi, kalacak elde,
su halde, diyorlardi, su halde,
Memaliki Osmaniye'nin cumlesine samil
Amerikan mandaterligini talep etmegi
memleketimiz icin en nafi
bir sekli hal kabul ediyoruz.>>
FAKAT BU SEKLI HALLI KABUL ETMEDI ERZURUMLU.
ERZURUM'UN KISI ZORLUDUR, BALAM,
BUZ TUTAR YIGITLERIN BIYIGI.
ERZURUM'DA KASKATI, DIMDIK OLUR ADAM,
KABULLENMEZ YILGINLIGI...
 
Istanbul'da hanimlar, beyler, pasalar,
tul perdeler, kravatlar, apoletler, siseler,
citi piti dilleri ve pamuk gibi elleri
ve bicare telgraf telleri
devretmek icin Amerika'ya Anadolu'yu
soyle diyorlardi Erzurum'dakilere
<<Bizi bir basimiza biraksalar,
tarafgirlik, cehalet
ve cok konusmaktan baska muspet
bir hayat kuramayiz.
Iste bu yuzden Amerika cok isimize geliyor.
Filipin gibi vahsi bir memleketi adam etti Amerika.
Ne olacak,
Biz de on bes, yirmi sene zahmet cekeriz,
sonra Yeni Dunya'nin sayesinde
Istiklali kafasinda ve cebinde tasiyan
bir Turkiye vucuda geliverir.
Amerika, icine girdigi memleket ve millet hayrina
nasil bir idare kurdugunu
Avrupa'ya gostermek ister.
Hem artik isi uzatmaga gelmez.
Cok tehlikeli anlar yasiyoruz.
Serguzest ve cidal devri gecmistir
Turkiye'yi genis kafali birkac kisi belki kurtarabilir.>>
...
...
...
Ve boylece, bin dereden su getirdi Istanbul'dan gelen zevat.
Sivas, mandayi kabul etmedi fakat,
<<Hey gidi deli gonlum,>>
dedi,
<<Akilli, umutlu, sabirli deli gonlum,
ya ISTIKLAL, ya olum!>>
dedi.
 
HOS GELDIN!
 

Hos geldin!
Kesilmis bir kol gibi
omuz basimizdaydi boslugun...
 
Hos geldin!
Ayrilik uzun surdu.
Ozledik.
Gozledik...
 
Hos geldin!
Biz
biraktigin gibiyiz.
Ustalastik biraz daha
tasi kirmakta,
dostu dusmandan ayirmakta...
 
Hos geldin.
Yerin hazir.
 
Hos geldin.
Dinleyip diyecek cok.
Fakat uzun soze vaktimiz yok.
YURUYELIM......
 
 
 

YIL 1918 - 1919
ve
KARAYILAN HIKAYESI

 
 
Atesi ve ihaneti gorduk
ve yanan gozlerimizle durduk
bu dunyanin uzerinde.
Istanbul 918 Tesrinlerinde,
Izmir 919 Mayisinda
ve Manisa, Menemen, Aydin, Akhisar
Mayis ortalarindan
Haziran ortalarina kadar
yani tutun kirma mevsimi,
yani, arpalar bicilip
bugdaya baslanirken
yuvarlandilar...
Adana,
Antep,
Urfa,
Maras
dusmus
dovusuyordu...
 
Atesi ve ihaneti gorduk.
Ve kanli bankerler pazarinda
memleketi alamana satanlar,
yan gelip olulerin uzerinde yatanlar
dustuler can kaygusuna
ve kurtarmak icin baslarini halkin gazabindan
karanliga karisarak basip gittiler.
Yaraliydi, yorgundu, fakirdi millet,
en azili duvellerle dovusuyordu fakat,
dovusuyordu, kole olmamak icin iki kat,
iki kat soyulmamak icin.
 
Atesi ve ihaneti gorduk.
Murat nehri, Canik daglari ve Firat,
Yesilirmak, Kizilirmak,
Gultepe, Tilbesar Ovasi,
gordu uzun disli Ingiliz'i.
Ve Aksu'yla Kopsu,
Karagol'le Sogut Golu
ve gumus basamakli turbesinde yatan
buyuk, asik olu,
sapksi horoz tuylu Italyan'i gordu.
Ve Cukurova,
kiyasiya duzluk,
ucurumlar, yamaclar, daglar kiyasiya
ve Seyhan, ve Ceyhan
ve kara gozlu Yuruk kizi,
gordu mavi uniformali Fransiz'i.
Ve devam ettik atesi ve ihaneti gormekte.
Esraf ve ayan mutehayyizanin cogu,
ve agalar
Bagdasar Aga'dan
Kellesi Buyuk Mehmet Aga'ya kadar,
kara donlu koylulerden.
Ve bizim tarafa gecenler oldu
Tunuslu ve Hiindli kolelerden.
Ve Turkistanli Haci Ahmet,
kisik gozleri,
seyrek sakali,
hafif makinali tufegiyle
daglarda bir basina dolasti.
Ve sabahleyin ve ogle sicaginda ve aksamustu
ve ayisiginda ve yildiz alacasinda geceleyin,
ne zaman sikissa bizimkiler,
peyda oluverdi yerden biter gibi o
ve ates etti
ve dusmani dagitti
ve kayboldu daglarda yine.
Atesi ve ihaneti gorduk.
Dayandik,
dayandik her yanda,
dayandik Izmir'de, Aydin'da,
Adana'da dayandik,
dayandik, Urfa'da, Maras'ta, Antep'te.
 
Antepliler silahsor olur,
ucan turnayi gozunden
kacan tavsani ard ayagindan vururlar
ve arap kisraginin ustunde
taze yesil selvi gibi ince uzun dururlar.
Antep sicak,
Antep cetin yerdir.
Antepliler silahsor olur.
Antepliler yigit kisilerdir.
 
Karayilan
Karayilan olmazdan once
Antep koyluklerinde irgatti.
Belki rahatsizdi, belki rahatti,
bunu dusunmege vakit birakmiyordular,
yasiyordu bir tarla sicani gibi
ve korkakti bir tarla sicani kadar.
Yigitlik atla, silahla, toprakla olur,
onun ati, silahi, topragi yoktu.
Boynu yine boyle cop gibi ince
ve boyle kocaman kafaliydi
Karayilan
Karayilan olmazdan once.
 
Dusman Antep'e girince
Antepliler onu
korkusunu saklayan
bir fistik agacindan
alip indirdiler.
 
Altina bir at cekip
eline bir mavzer
verdiler.
 
Antep cetin yerdir.
Kirmizi kayalarda
yesil kertenkeleler.
Sicak bulutlar dolasir havada
ileri geri...
 
Dusman tutmusu tepeleri,
dusmanin topu vardi.
Antepliler duz ovada
sikismislardi.
Dusman sarapnel dokuyordu,
topragi kokunden sokuyordu.
Dusman tutmustu tepeleri.
Akan Antep'in kaniydi.
 
Duz ovada bir gul fidaniydi
Karayilan'in
Karayilan olmazdan onceki siperi.
Bu fidan oyle kucuk,
korkusu ve kafasi oyle buyuktu ki onun,
namliya tek fisek surmeden
yatiyordu yuzukoyun.
 
Antep sicak,
Antep cetin yerdir.
Antepliler sihahsor olur.
Antepliler yigit kisilerdir.
Fakat dusmanin yopu vardi.
Ve ne care, kader,
duz ovayi Antepliler
dusmana birakacaklardi.
 
<Karayilan> olmazdan once
umurunda degildi Karayilan'in
kiyamete kadar dusmana verseler Antep'i.
Cunku onu dusunmege alistirmadilar.
Yasadi toprakta bir tarla sicani gibi,
korkakti da bir tarla sicani kadar.
 
Siperi bir gul fidaniydi onun,
gul fidani dibinde yatiyordu ki yuzukoyun
ak bir tasin ardindan
kara bir yilan
cikardi kafasini.
Derisi isil,
gozleri atesten al,
dili cataldi.
Birden bir kursun gelip
kafasini aldi.
Hayvan devrildi kaldi.
 
Karayilan
Karayilan olmazdan once
kara yilanin encamini gorunce
haykirdi avaz avaz
omrunun ilk dusuncesini
<Ibret al, deli gonlum,
demir sandikta saklansan bulur seni,
ak tasin ardinda kara yilani bulan olum.>
 
Ve bir tarla sicani gibi yasayip
bir tarla sicani kadar korkak olan,
firlayip atlayinca ileri
bir dehset aldi Anteplileri,
segirttiler pesince.
Dusmani tepelerde yediler.
Ve bir tarla sicani gibi yasayip
bir tarla sicani gibi korkak olana
KARAYILAN dediler.
 
<Karayilan der ki Harbe oturak,
Kili yollarindan kelle getirek,
nerde dusman varsa orda bitirek,
vurun ha yigitler namus gunudur...>
 
Ve biz de bunu boylece duyduk
ve cetesinin basinda yillarca nami yuruyen
Karayilan'i
ve Anteplileri
ve Antep'i
aynen duyup isittigimiz gibi
destanimizin birinci babina koyduk.
 
OTOBIYOGRAFI
 
1902'de dogdum
dogdugum sehre dönmedim bir daha
geriye dönmeyi sevmem
üç yasimda Halep'te pasa torunlugu ettim
on dokuzumda Moskova'da komünist Üniversite ögrenciligi
kirk dokuzumda yine Moskova'da Tseka-Parti konuklugu
ve on dördümden beri sairlik ederim
 
kimi insan otlarin kimi insan baliklarin çesidini bilir
ben ayriliklarin
kimi insan ezbere sayar yildizlarin adini
ben hasretlerin
 
hapislerde de yattim büyük otellerde de
açlik çektim açlik girevi de içinde ve tatmadigim yemek yok gibidir
 
otuzumda asilmami istediler
kirk sekizimde Baris Madalyasinin bana verilmesini
verdiler de
otuz altimda yarim yilda geçtim dört metre kare betonu
elli dokuzumda on sekiz saatta uçtum Pirag'dan Havana'ya
 
Lenin'i görmedim nöbet tuttum tabutunun basinda 924'de
961'de ziyaret ettigim anitkabri kitaplaridir
 
partimden koparmaga yeltendiler beni
sökmedi
yikilan putlarin altinda da ezilmedim
951'de bir denizde genç bir arkadasla yürüdüm üstüne ölümün
52'de çatlak bir yürekle dört ay sirtüstü bekledim ölümü
 
sevdigim kadinlari deli gibi kiskandim
su kadarcik haset etmedim Sarlo'ya bile
aldattim kadinlarimi
konusmadim arkasindan dostlarimin
 
içtim ama aksamci olmadim
hep alnimin teriyle çikardim ekmek parami ne mutlu bana
baskasinin hesabina utandim yalan söyledim
yalan söyledim baskasini üzmemek için
ama durup dururken de yalan söyledim
 
bindim tirene uçaga otomobile
çogunluk binemiyor
operaya gittim
çogunluk gidemiyor adini bile duymamis operanin
çogunlugun gittigi kimi yerlere de ben gitmedim 21'den beri
camiye kiliseye tapinaga havraya büyücüye
ama kahve falima baktirdigim oldu
 
yazilarim otuz kirk dilde basilir
Türkiye'mde Türkçemle yasak
 
kansere yakalanmadim daha
yakalanmam da sart degil
basbakan filan olacagim yok
meraklisi da degilim bu isin
bir de harbe girmedim
siginaklara da inmedim gece yarilari
yollara da düsmedim pike yapan uçaklarin altinda
ama sevdalandim altmisima yakin
sözün kisasi yoldaslar
bugün Berlin'de kederden gebermekte olsam da
insanca yasadim diyebilirim
ve daha ne kadar yasarim
basimdan neler geçer daha
kim bilir
 
 

ISTIKLAL

 
Bu zirhlari, bu ordulari tanirim,
benim de sularim girdiler,
benim de topragima asker cikardilar geceleyin.
Kanima susamistilar.
Calmak istiyorlardi gozlerimin nurunu,
hunerini ellerimin.
Doktuk denize onlari
1922'ydi yillardan...
 
Misirli kardesim;
sarkilarimiz kardestir,
isimlerimiz kardes,
yoksullugumuz kardestir,
yorgunlugumuz kardes.
 
Sehirlerimde guzel, ulu, canli ne varsa
insan, cadde, cinar,
savasinda senin yanindalar.
Koylerimde Kelam-i Kadim okunyor
senin dilinle,
senin zaferin icin...
 
Misirli kardesim,
biliyorum, biliyorum,
istiklal otobus degil ki
birini kacirdin mi, oburune binesin...
Istiklal sevgilimiz gibidir
aldattin mi bir kere
zor doner bir daha.
 
Misirli kardesim,
kanalin sularina karisti kanin.
Insanin yurdu bir kat daha kendinin olur
topragina, suyuna karistikca kani.
Yasanmis sayilmaz zaten
yurdu icin olmesini bilmeyen millet...
 
 
 
 

ONLAR

 
Onlar ki toprakta karinca,
suda balik,
havada kus kadar
cokturlar;
 
korkak,
cesur,
cahil
hakim
ve cocukturlar
 
ve kahreden
yaratan ki onlardir,
destanimizda yalniz onlarin maceralari vardir.
 
Onlar ki uyup hainin igvasina
sancaklarini elden yere dusururler
ve dusmani meydanda koyup
kacarlar evlerine
ve onlar ki bir nice murtede hancer usururler
ve yesil bir agac gibi gulen
ve merasimsiz aglayan
ve ana avrat kufreden ki onlardir,
destanimizda yalniz onlarin maceralari vardir.
 
Demir,
komur
ve seker
ve kirmizi bakir
ve mensucat
ve sevda ve zulum ve hayat
ve bilcimle sanayi kollarinin
ve gokyuzu
ve sahra
ve mavi okyanus
ve kederli nehir yollarinin,
surulmus topragin ve sehirlerin bahti
bir sabah vakti degismis olur,
bir safak vakti karanligin kenarindan
onlar agir ellerini topraga basip
dogrulduklari zaman.
 
En bilgin aynalara
en renkli sekilleri aksettiren onlardir.
Asirda onlar yendi, onlar yenildi.
Cok sozler edildi onlara dair
ve onlar icin
zincirlerinden baska kaybedecek seyleri yoktur,
denildi.
 
IYIMSERLIK
 
Siirler yazarim
basilmaz
basacaklar ama
 
Bir mektup beklerim mujdeli
belki de oldugum gun gelir
mutlaka gelir ama
 
Ne devlet ne para
insanin emrinde dunya
belki yuz yil sonra
olsun
mutlaka bu boyle olacak ama
 
 
 

BUYUK TAARRUZ

 
Daglarda tek
tek
atesler yaniyordu.
Ve yildizlar oyle IsIltIlI oyle ferahtilar ki
sayak kalpakli adam
nasil ve ne zaman gelecegini bilmeden
guzel, rahat gunlere inaniyordu
ve gulen biyilariyla duruyordu ki mavzerinin yaninda,
birden bire bes adim saginda onu gordu.
Pasalar onun arkasindaydilar.
O, saati sordu.
Pasalar `uc' dediler.
Sarisin bir kurda benziyordu.
Ve mavi gozleri cakmak cakmakti.
Yurudu ucurumun kenarina kadar,
egildi durdu.
Biraksalar
ince uzun bacaklari ustunde yaylanarak
ve karanlikta akan bir yildiz gibi kayarak
Kocatepe'den Afyon Ovasi'na atlayacakti.
 

KADINLAR

 
Ve kadinlar,
bizim kadinlarimiz
korkunc ve mubarek elleri,
ince, kucuk ceneleri, kocaman gozleriyle
anamiz, avradimiz, yarimiz
ve sanki hic yasamamis gibi olen
ve soframizdaki yeri
okuzumuzden sonra gelen
ve daglara kacirip ugrunda hapis yattigimiz
ve ekinde, tutunde, odunda ve pazardaki
ve karasabana kosulan
ve agillarda
isiltisinda yere sapli bicaklarin
oynak, agir kalcalari ve zilleriyle bizim olan
kadinlar,
bizim kadinlarimiz
 
 

MASALLARIN MASALI

 
 
Su basinda durmusuz,
cinarla ben.
Suda suretimiz cikiyor,
cinarla benim.
Suyun savki vuruyor bize,
cinarla bana.
 
 
Su basinda durmusuz,
cinarla ben, bir de kedi.
Suda suretimiz cikiyor,
cinarla benim, bir de kedinin.
Suyun savki vuruyor bize,
cinarla bana, bir de kediye.
 
 
Su basinda durmusuz,
cinar, ben, kedi, bir de gunes.
Suda suretimiz cikiyor,
cinarin, benim, kedinin, bir de gunesin.
Suyun savki vuruyor bize,
cinara, bana, kediye, bir de gunese.
 
 
Su basinda durmusuz,
cinar, ben, kedi, gunes, bir de omrumuz.
Suda suretimiz cikiyor,
cinarin, benim, kedinin, gunesin, bir de omrumuzun.
Suyun savki vuruyor bize,
cinara, bana, kediye, gunese, bir de omrumuze .
 
 
Su basinda durmusuz.
Once kedi gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra ben gidecegim,
kaybolacak suda suretim.
Sonra cinar gidecek,
kaybolacak suda sureti.
Sonra su gidecek
gunes kalacak;
sonra o da gidecek...
 
Su basinda durmusuz.
Su serin,
Cinar ulu,
Ben siir yaziyorum.
Kedi uyukluyor
Gunes sicak.
Cok sukur yasiyoruz.
Suyun savki vuruyor bize
Cinara bana, kediye, gunese, bir de omrumuze..
 

MAVI LIMAN

 
Cok yorgunum, beni bekleme kaptan.
Seyir defterini baskasi yazsin.
Cinarli, kubbeli, mavi bir liman.
Beni o limana cikaramazsin...
 
 
 

MEMEDE SON MEKTUBUMDUR

 
Bir yandan cellatlar girdi araya,
Bir yandan, oyun etti bana
bu mendebur yurek,
 
Nasip olmayacak Memed'im yavrum,
seni bir daha gormek.
 
Biliyorum,
 
bugday basagi gibi delikanli olacaksin,
ben de oyleydim gencligimde,
kumral, ince, uzun;
 
gozlerin ananinkiler gibi kocaman,
bazen de bir parca bir tuhaf mahzun;
alnin alabildigine aydinlik;
herhalde sesin de olacak
- berbatti benimkisi -
 
turkuler doktureceksin yanik mi yanik...
Konusmasini mi bileceksin
- ben de becerirdim o isi
sinirlenmedigim zamanlar -
 
bal damlayacak dilinden.
Vay, Memet, kizlarin cekecegi var
senin elinden.
 
Muskuldur
babasiz buyutmek erkek evladi.
 
Anani uzme oglum,
ben guldurmedim yuzunu,
sen guldur.
 
Anan,
ipek gibi kuvvetli, ipek gibi yumusak;
anan,
nineliginde bile guzel olacak
onu ilk gordugum gunku gibi,
Bogazici'nde,
on yedisinde
ay isigi, gunisigi, can erigi,
dunya guzeli.
 
Anan,
ayrildik bir sabah,
bulusmak uzre,
bulusamadik.
 
Anan,
analarin en iyisi en akillisi,
yuz yil yasar insallah...
 
Olmekten, oglum korkmuyorum,
ama ne de olsa
is arasinda bazen
irkilip ansizin,
 
yahut yalnizliginda uyku oncesinin
gunleri saymak biraz zor.
 
Dunyada doymak olmuyor, Memet,
doymak olmuyor...
 
Dunyada kiraci gibi degil,
yazliga gelmis gibi de degil,
yasa dunyada babanin eviymis gibi...
Tohuma, topraga, denize inan.
Insana hepsinden once.
 
Bulutu, makinayi, kitabi sev,
insani hepsinden once.
 
Kuruyan dalin
sonen yildizin
sakat hayvanin
duy kederini,
hepsinden once de insanin.
 
Sevindirsin seni cumlesi nimetlerin
sevindirsin seni karanlik ve aydinlik,
sevindirsin seni dort mevsim.
ama hepsinden once insan sevindirsin seni.
Memet,
memleketler icinde bir sirin memlekettir
Turkiye,
bizim memleket,
insani da,
su katilmamisi,
caliskandir, agirbasli, yigittir,
ama dehsetli fakir.
 
.............
...............
 
Memet,
ben dilimden, turkulerimden,
tuzumdan, ekmegimden uzakta,
anana hasret, sana hasret,
yoldaslarima, halkima hasret olecegim,
ama surgunde degil,
gurbet ellerde degil,
 
olecegim ruyalarimin memleketinde,
beyaz sehrinde en guzel gunlerimin.
 
.............
...............
 
 

M E M E T

Yurek degil be
Carikmis bu manda gon'unden
Teper hababam teper
Paralanmaz
Teper tasli yollari
Teper hababam teper
Teper tasli yollari
Bir vapur gecer varna onunden
Uyy Karadeniz'in gumus telleri
Bir vapur gecer Bogaz'a dogru
Nazim usulcacik oksar vapuru
Yanar elleri
Yanar elleri
Karsi yali memleket
Sesleniyorum varnadan
Isitiyormusun Memet
Memet...
Karadeniz akiyor durmadan
durmadan
Deli hasret
Deli hasret
Oglum, sana sesleniyorum
Isitiyormusun Memet
Memet...
Bir vapur gecer varna onunden
Uyy Karadeniz'in gumus telleri
Bir vapur gecer Bogaz'a dogru
Nazim usulcacik oksar vapuru
Yanar elleri
Yanar elleri
 
 

MEMLEKETIMDEN INSAN MANZARALARI'ndan

.......
Vagonlar geliyorlar sallanarak.
"-Usta!.."
Alaeddin dondu komurcu Ismail'e
"-Ne var Ismail?"
"-Usta ne olacak bu harbin sonu?"
"-Iyi olacak."
"-Nasil yani?"
"-Yemekli vagonda raki icecegiz."
"-Biz mi?"
"-Biz."
"-Komuru kim atacak?
Kim surecek makineyi?"
"-Onu da biz."
"-Alayi birak usta,
Kim Kazanacak?"
"-Biz."
Ismail hicbir sey anlamadiysa da
ustelemedi.
Cok siyah ve cok kalin kaslariyla oynadi biraz
sonra "-Ustam" dedi,
"Bir sualim daha var.
Su gordugun raylar
dolanir mi butun dunya yuzunu?"
"-Dolanir."
"-Demek ki harp olmasa,
ama yalniz harp degil,
hudutlarda sorgu sual sorulmasa,
raylarin uzerine saldik mi makineyi
dunyanin bir ucundan obur ucuna varir."
"-Deniz dedi mi durur."
"-Gemilere binersin."
"-Tayyare daha iyi."
Ismail guldu.
Kirikti on dislerinden biri.
"-Ben tayyareye binemem usta,
anamin vasiyeti var."
"-Tayyareye binme, diye mi?"
"-Hayir
karincayi bile incitme, diye."
Alaeddin kocaman elini vurdu
ciplak uzun ensesine Ismail'in
"-Sen ne hafiz oglusun!
Zarari yok ulan,
yine de bineriz tayyareye,
adam oldurmek icin degil
gokyuzunde pufur pufur
safa surmek icin...
Simdi sen hele
atesi bir sungule."
Vagonlar geliyorlar sallanarak.
........
 
 

MEMLEKETIMI SEVIYORUM

 
Memleketimi seviyorum
Cinarlarinda kolan vurdum, hapisanelerinde yattim.
Hicbir sey gidermez ic sIkIntImI
memleketimin sarkilari ve tutunu gibi.
 
Memleketim
Bedreddin, Sinan, Yunus Emre ve Sakarya,
kursun kubbeler ve fabrika bacalari
benim o kendi kendimden bile gizleyerek
sarkik biyikleri altindan gulen halkimin eseridir.
 
Memleketim
Memleketim ne kadar genis
dolasmakla bitmez tukenmez gibi geliyor insana.
Edirne, Izmir, Ulukisla, Maras, Trabzon, Erzurum.
Erzurum yaylasini yalniz turkulerinden taniyorum
ve guneye
pamuk isleyenlere gitmek icin
Toroslardan bir kere olsun gecemedim diye
utaniyorum.
 
Memleketim
develer, tiren, Ford arabalari ve hasta esekler,
kavak , sogut ve kirmizi toprak.
 
Memleketim.
Cam ormanlarini, en tatli sulari ve dag basi gollerini seven alabalik
ve onun yarim kilolugu
pulsuz gumus derisinde kiziltilarla
Bolu'nun Abant golunde yuzer.
 
Memleketim
Ankara ovasinda keciler
kumral, ipekli, uzun kurklerin parildamasi.
Yagli, agir findigi Giresun'un
Al yanaklari mis gibi kokan Amasya Elmasi,
zeytin, incir, kavun ve renk renk salkim salkim uzumler
ve sonra kara saban
ve sonra kara sigir
ve sonra ileri, guzel, iyi
her seyi
hayran bir cocuk sevinci ile kabule hazir
caliskan, namuslu, yigit insanlarim
yari ac, yari tok
yari esir...
 
 
 

NEREDEN GELIP NEREYE GIDIYORUZ

 
BASLANGIC

 
Nereden gelip nereye gidiyoruz?
Belimizi dogrultup kalktigimizdan beri iki ayak ustune,
kolumuzu bir sopa boyu uzattigimizdan beri,
tasi yonttugumuzdan beri yikan da yaratan da biziz
yikan da yaratan da biziz bu guzelim, bu yasaasi dunyada.
Nereden gelip nereye gidiyoruz?
Arkamizda kalan yollarda ayak izlerimiz kanli,
arkamizda kalan yollarda ulu uyumlari ellerimizin, aklimizin,
yuregimizin,
toprakta, tasta, tuncta, tuvalde, celikte ve plastikte.
Nereden gelip nereye gidiyoruz?
Kanli ayak izlerimiz midir onumuzdeki yollarda duran?
Bir cehennem cikmazinda mi sona erecek onumuzdeki yollar?
Nereden gelip nereye gidiyoruz?
Cocuklarin avuclarinda gunlerimiz sira bekler,
gunlerimiz tohumlardir avuclarinda cocuklarin.
cocuklarin avuclarinda yeserecekler.
Cocuklar olebilir yarin,
hem de ne sitmadan ne kuspalazindan,
duserek de degil kuyulara filan;
cocuklar olebilir yarin,
cocuklar olebilir yarin atom bulutlarinin isiginda,
ne bir santim kemik, ne bir damla kan,
cocuklar olebilir yarin atom bulutlarinin isiginda,
arkalarinda bir avuc ku"l bile degil
arkalarinda golgelerinden baska bir sey birakmadan.
Negatif resimcikler boslugun karanliginda
Krematoryum, krematoryum, krematoryum.
Bir deniz goruyorum
olu baliklarla ortulu bir deniz.
Negatif resimcikler boslugun karanliginda;
yasanmamis gunlerimiz
cocuklarin avuclariyla birlikte yok olan.
 
Bir sehir vardi.
Yeller eser yerinde,
Bes sehir vardi,
Yeller eser yerinde,
Yuz sehir vardi,
Yeller eser yerinde,
Siirler yazilmayacak yok olan sehirlere,
Siir kalmayacak ki.
 
Pencerende bir sokak bulvarli,
Odan sicak,
Ak yastikta uzum karasi, saclar,
Adamlar paltolu, agaclar karli,
Penceren kalmayacak,
ne bulvarli sokak,
ne ak yastikta uzum karasi saclar,
ne paltolu adamlar, ne karli agaclar.
Olulere aglanmayacak,
olulere aglayacak gozler kalmayacak ki.
Eller kalmayacak.
 
Negatif resimcikler dallarin altindaki
yok olmus olan dallarin altindaki.
Yok olmus olan dallarin ustunden
o bulutlardir gecen.
Guneye goturmeyin beni,
olmek istemiyorum.
Olmek istemiyorum,
kuzeye goturmeyin beni.
Doguya goturmeyin beni,
olmek istemiyorum.
Olmek istemiyorum.
batiya goturmeyin beni.
Beni burda birakmayin,
goturun bir yerlere.
Olmek istemiyorum,
olmek istemiyorum.
O bulutlardir gecen
yok olmus dallarin ustunden.
Tahta, beton, teneke, toprak damlarimizla iki milyardan
artigiz
kadin, erkek, coluk, cocuk.
Ekmek hepimize yetmiyor,
kitap ta yetmiyor,
ama keder
diledigin kadar,
yorgunlk da goz alabildigine.
Hurriyet hepimize yetmiyor.
Hurriyet hepimize yetebilir
ve sevda kederi,
hastalik kederi,
ayrilik kederi,
kocalmak kederinden gayrisi a$mayabilir esigimizi.
Kitap hepimize yetebilir.
Ormanlarinki kadar uzun olabilir omrumuz.
Yeter ki birakmayalim
yasanmamis gunlerimiz yok olmasin cocuklarin
avuclariyla birlikte,
boslugun karanligina cikmasin negatif resimcikler,
yeter ki ekmek ve hurriyet yolunda dovusebilmek icin
yasayabilelim.
 
 
 

NIKBINLIK

 
Guzel gunler gorecegiz cocuklar,
gunesli gunler
gore-
-cegiz...
Motorlari maviliklere surecegiz cocuklar,
isikli mavilikler
sure-
-cegiz...
Actik miydi hele bir
son vitesi,
adedi devir.
Motorun sesi.
Uuuuuuuy! cocuklar kim bilir
ne harikuladedir
160 kilometre giderken opusmesi...
 
Hani simdi bize
cumalari, pazarlari cicekli bahceler vardir,
yalniz cumalari
yalniz pazarlari..
Hani simdi biz
bir peri masali dinler gibi seyrederiz
isikli caddelerde magazalari,
hani bunlar
77 katli yekpare camdan magazalardir.
Hani simdi biz haykiririz
Cevap
acilir kara kapli kitap
zindan..
kayis kapar kolumuzu
kirilan kemik kan.
Hani simdi bizim soframiza
haftada bir et gelir.
Ve
cocukalrimiz isten eve
sapsari iskelet gelir..
Hani simdi biz...
Inanin
guzel gunler gorecegiz cocuklar
gunesli gunler
gore-
-cegiz.
Motorlari maviliklere surecegiz cocuklar
isikli maviliklere
sure-
cegiz.....
 
 
 

 
TURK KOYLUSU

 
O, topraktan ogrenip
kitapsiz bilendir.
Hoca Nasreddin gibi aglayan
Bayburtlu Zihni gibi gulendir.
Ferhattir,
Keremdir
ve Keloglandir...
Yol gorunur onun garip serine,
analar, babalar umudu keser,
Kahbe felek ona eder oyunu
Carsambayi sel alir,
Bir yar sever,
el alir,
kanadi kirilir
collerde kalir,
olmeden mezara koyarlar onu.
O " Yunus-u bicaredir
Bastan ayaga yaredir",
agu icer su yerine.
Fakat bir kere dert anlayan dusmeyegorsun onlerine
ve bir kere vakit erisip
" Gayrik yeter!..."
demesinler.
Bunu dediler mi,
" Israfil surunu urur,
mahlukat yerinde durur ",
topragin nabzi baslar
onun nabizlarinda atmaga,
Ne kendi nesfini korur
ne dusmani kayirir,
" Daglari yirtip ayirir,
kayalari kesip yol eyler abihayat akitmaga... "
 

VERA'YA

 
Gelsene dedi bana
Kalsana dedi bana
Gulsene dedi bana
Olsene dedi bana
 
Geldim
Kaldim
Guldum
Oldum
 
 

YASAMAK KASIDELERI

 
Dagildi birdenbire
alnina dusen saclar.
Birdenbire toprakta bir seyler kimildadi.
Bir seyler konusyor
karanlikta agaclar.
Ciplak kollarin usuyecek.
 
Uzaklarda
goremedigimiz bir yerde
ay doguyor demek.
O daha yapraklardan inip
senin omuzunu aydinlatarak
gelmedi bize kadar.
 
Ruzgar cikar ay dogarken.
Agaclar konusyor.
Kollarin usuyecek.
 
Yukardan
karanlikta kaybolan dallardan
bir sey dustu ayaginin dibine.
Sokuldun bana.
Ciplak etin tuylu bir yemis kabugu gibi elimin altinda.
Ne bir yurek turkusu, ne <<akli selim>>,
agaclarin, kuslarin, boceklerin onunde,
karimin eti ustunde
dusunuyor elim.
Bu gece elimin
okuyup yazmasi yok.
Ne sevgisiz, ne sevgili...
Su basinda bir parsin dili
bir asma yapragi
bir kurt pencesi gibi o.
Kimildamak, nefes almak, yemek, icmek.
Topragin altinda catlayan bir cekirdek
gibi elim.
Ne bir yurek turkusu, ne <<akli selim>>,
ne sevgisiz, ne sevgili.
Karimin eti ustunde dusunen
ilk insanin eli.
Toprakta suyu bulan bir kok gibi o
diyor ki bana
<<Yemek, icmek, soguk, sicak, kavga, koku,
renk,
olmek icin yasamak degil,
yasamak icin olmek...>>
 
Ve simdi ben
yuzumde dolasirken disi kirmizi saclar,
toprakta bir seyler kimildanir
bir seyler konusurken karanalikta agaclar
ve uzaklarda
goremedigimiz bir yerde ay dogarken,
elim, karimin eti ustunde,
agaclarin, kuslarin, boceklerin onunde,
yasamak denin seyin,
su basindaki parsin, catlayn cekirdegin,
ilk insanin hakkini istiyorum.
 

 
GUNESTE

denizin sonunda mavi bir duman gibi
gozumde tutuyorsun.
Yesil bir erik dali yuregim
sen altin tuylu bir yemis
sallaniyorsun.
Fakat ben seni boyle bir yemis ve bir duman gibi gormenin yerine
sahiden gormek istiyorum ciplak ayaklarini
sahiden dokunmak istiyorum uzun parmakli ellerine
 
 

YINE MEMLEKETIM USTUNE SOYLENMISTIR

 
Memleketim, memleketim, memleketim,
ne kasketim kaldi senin ora isi
ne yollarini tasimis ayakkabim,
son mintanin da sirtimda paralandi coktan,
sile bezindendi.
Sen simdi yalniz sacimin akinda,
enfarktinda yuregimin,
alnimin cizgilerindesin memleketim,
memleketim,
memleketim...
 
…………………………………….

...
seni dusunmek guzel sey
seni dusunmek umitli sey
dunyanin en guzel sesinden
en guzel sarkiyi dinlemek gibi bir sey
fakat artik umit yetmiyor bana
ben artik sarki dinlemek degil
sarki soylemek istiyorum
seni dusunmek guzel sey
...
…………………………………..

 
"..Ve sevda
ve zulu"m
ve hayat
 
Ve go"kyu"zu"
ve sahra
ve mavi okyanus
 
ve kederli nehir yollarinin
su"ru"lmu"s topragin ve sehirlerin bahti
bir safak vakti degismis olur,
 
bir safak vakti karanligin kenarindan
Onlar ki agir ve nasirli ellerini topraga basip
dogrulduklari zaman.."
 
 
…………………………………………………..

Onlar umidin dusmanidir, sevgilim,
akar suyun,
meyve caginda agacin,
serpilip gelisen hayatin dusmani.
Cunku olum vurdu damgasini alinlarina
- curuyen dis, dokulen et-,
bir daha geri donmemek uzre yikilip gidecekler.
Ve elbette ki, sevgilim, elbet,
dolasacaktir elini kolunu sallaya sallaya,
dolasacaktir en sanli elbisesiyle isci tulumuyla
bu guzelim memlekette hurriyet....
…………………………………

 

Bursada havlucu Recebe,
Karabuk fabrikasinda tesviyeci Hasana dusman,
fakir-koylu Hatce kadina,
irgat Suleymana dusman,
sana dusman, bana dusman,
dusunen insana dusman,
vatan ki bu insanlarin evidir,
sevgilim, onlar vatana dusman...
 
 

SEYH BEDREDDIN DESTANI
4
.
 
Duyduk ki Mustafa huruç eylemit
Aydın elinde Karaburun'da.
Bedreddin'in kelamını söylemiş

köylünün huzurunda.
 
Duyduk ki; «cümle derdinden kurtulup
piri pak olsun diye,
on beş yaşında bir civan teni gibi, toprağın eti,
ağalar topyekün kılıçtan geçi
rilip
verilmiş ortaya hünkar beylerinin timarı zeameti.»

 
Duyduk ki...
Bu itler duyulur da durmak olur mu?

Bir sabah erken,
Haymana ovasında bir garip kuş öterken,
sıska bir söğüt altında zeytin danesi yedik.
«Varalım,

dedik.
Görelim
dedik.
Yapışıp
sapanın
sapına
şol kardeş toprağını biz de bir yol

sürelim, dedik.»
Düştük dağlara dağlara,
aştık dağları dağları...

 
Dostlar,
ben yolculuk etmem bir başıma.
Bir ikindi vakti can yoldaşıma

dedim ki geldik.
Dedim ki bak
başladı karşımızda bir çocuk gibi gülmeğe
bir adım geride ağlayan toprak.

Bak ki, incirler iri zümrüt gibidir,
kütükler zor taşıyor kehribar salkımları.
Saz sepetlerde oynıyan balıkları gör
ıslak derileri pul pul, ışıl ışıldır
ve körpe kuzu eti gibi aktır
yumuşaktır etleri.

Dedim ki bak,
burda insan toprak gibi, günet gibi, deniz gibi

bereketli,
Burda insan gibi verimli deniz, günet ve toprak..
 
5.

 
Arkamızda hünkarın ve hünkar beylerinin timar ve zeametli topraklarını bırakıp Börklüce'nin diyarına girdiğimizde bizi ilk
karşılayan üç delikanlı oldu. Üçü de yanımdaki rehberim gibi yekpare ak libaslıydılar. Birisinin kıvırcık, abanoz gibi siyah bir
sakalı ve aynı renkte ihtiraslı gözleri, kemerli büyük bir burnu vardı. Vaktiyle Musa'nın dinindenmiş. Şimdi Börklüce
yiğitlerinden.
İkincisinin çenesi kıvrık ve burnu dümdüzdü. Sakızlı Rum bir gemicisiymiş. O da Börk
lüce müritlerinden.
Üçüncüsü orta boylu, geniş omuzlu. Şimdi düşünüyorum da, onu, yolparacılar koğuşunda yatan ve o yayla türküsünü söyliyen
Hüseyin'e benzetiyorum. Yalnız Hüseyin Erzurumluydu. Bu Aydınlıymış.
İlk sözü söyliyen Aydınlı oldu

- Dost musunuz düşman mı? dedi. Dost iseniz hoşgeldiniz. Düşman iseniz boynunuz kıldan incedir.
- Doztuz, dedik.
Ve o zaman öğrendik ki, Sarohan valisi Sisman'ın ordusunu, yani toprakları tekrar hünkar beylerine vermek isteyenleri,

bizimkiler Karaburun'un dar, dağlık geçitlerinde tepelemişlerdir.
Yine, o yalparacılar koğuşunda yatan Hüseyin'e benziyeni dedi ki
- Buradan ta Karaburun'un dibindeki denize dek uzayan kardeş soframızda bu yıl incirler ballı, başaklar böyle ağır ve

zeytinler böyle yağlı iseler, biz onları, sırma cepken giyer haramilerin kanıyla suladık da ondandır.
Müjde büyüktü. Rehberim
- Öyleyse tez dönelim. Haberi Bedreddin'e iletelim, dedi.
Yanımıza Sakızlı Rum gemici Anastas'ı da alıp ve ancak eşiğine bastığımız kardeş toprağını bırakarak tekrar Al Osman
oğullarının karanlığına daldık.

...
 
9.

 
Sıcaktı.
Sıcak.
Sapı kanlı, demiri kör bir bıçaktı
sıcak.

 
Sıcaktı.

Bulutlar doluydular,
bulutlar botanacak

boşanacaktı.
O, kımıldanmadan baktı,

kayalardan
iki gözü iki kartal gibi indi ovaya.
 
Orda en yumutak, en sert

en tutumlu, en cömert,
en
seven
en büyük, en güzel kadın

TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

 
Sıcaktı.
Baktı Karaburun dağlarından O
baktı bu toprağın sonundaki ufka
çatarak kaşlarını
Kırlarda çocuk başlarını
Kanlı gelincikler gibi koparıp
çırılçıplak çığlıkları sürükleyip petinde
beş tuğlu bir yangın geliyordu karşıdan ufku sarıp.

Bu gelen
Şehzade Murat'tı.
Hükmü hümayun sadır olmuştu ki şehzade Murad'ın

ismine
Aydın eline varıp

Bedreddin halifesi mülhid Mustafa'nın başına ine.
 
Sıcaktı.
Bedreddin halifesi mülhid Mustafa baktı,
baktı köylü Mustafa.
Baktı korkmadan
kızmadan

gülmeden.
Baktı dimdik
dosdoğru.
Baktı O.

 
En yumutak, en sert

en tutumlu, en cömert,
en
seven
en büyük, en güzel kadın

TOPRAK
nerdeyse doğuracak
doğuracaktı.

 
Baktı.
Bedreddin yiğitleri kayalardan ufka baktılar.
Gitgide yaklaşıyordu bu toprağın son
u
fermanlı bir ölüm kuşunun kanatlarıyla.
Oysa ki onlar bu toprağı,

bu kayalardan bakanlar, onu,
üzümü, inciri, narı,
tüyleri baldan sarı,
sütleri baldan koyu davarları,
ince belli, aslan yeleli atlarıyla
duvarsız ve sınırsız
bir kardeş sofrası gibi açmıştılar

 
Sıcaktı.
Baktı.
Bedreddin yiğitleri baktılar ufka..

 
 
En yumutak, en sert

en tutumlu, en cömert,
en
seven
en büyük, en güzel kadın

TOPRAK
nerdeyse doğuracak

doğuracaktı.
 
Sıcaktı.

Bulutlar doluydular.
Nerdeyse tatlı bir söz gibi ilk damla düşecekti yere.

Birden -
- bire
kayalardan dökülür
gökten yağar

yerden biter gibi,
bu toprağın verdiği en son eser gibi
Bedreddin yiğitleri şehzade ordusunun karşısına
çıktılar.
Dikişsiz ak libaslı
baş açık
yalnayak ve yalın kılıçtılar.

 
Mübalağa
cenk olundu.
 
Aydın'ın Türk köylüleri,
Sakızlı Rum gemiciler,
Yahudi esnafları,
on bin mülhid yoldaşı Börklüce Mustafa'nın
düşman ormanına on bin balta gibi daldı.
Bayrakları al, yeşil,
kalkanları kakma, tolgası tunç

saflar
pare pare edildi ama,
boşanan yağmur içinde gün inerken akşama
on binler iki bin kaldı.

 
Hep bir ağızdan türkü söyleyip
hep beraber sulardan çekmek ağı,
demiri oya gibi itleyip hep beraber,

hep beraber sürebilmek toprağı,
ballı incirleri hep beraber yiyebilmek,
yarin yanağından gayrı her şeyde

her yerde
hep beraber!
diyebilmek
için
on binler verdi sekiz binini...
 
Yenildiler.
 
Yenenler, yenilenlerin
dikişsiz, ak gömleğinde sildiler
kılıçlarının kanını.

Ve hep beraber söylenen bir türkü gibi
hep beraber kardet elleriyle itlenen toprak
Edirne sarayında damızlanmış atların
eşildi nallarıyla.
Tarihsel, sosyal, ekonomik şartların

zaruri neticesi bu!
deme, bilirim!
O dediğin nesnenin önünde kafamla eğilirim.

Ama bu yürek
o, bu dilden anlamaz pek.
O, «hey gidi kanbur felek,
hey gidi kahbe devran hey»,
der.
Ve teker teker,
bir an içinde,
omuzlarında dilim dilim kırbaç izler
i,
yüzleri kan içinde
geçer çıplak ayaklarıyla yüreğime basarak
geçer Aydın ellerinden Karaburun mağlupları..

 

Nazim Hikmet